14 Ekim 2010 Perşembe

the cold swedish winter

cenaze törenleri başta bana çok ilginç geliyordu. birinin ölmesi, toprağın içinde bi çukura konulup üstüne toprak atılması, GÖMÜLMEK. ilginçti bence. en yakın zamanda bir de yakılmayı tercih eden birinin cenazesini görmek istiyordum. ya da çok ilginç bir şekilde ölmüş birinin cenazesini. şu ana kadar gördüğüm cenazelerden en ilginç olanı başından akan kanlarla, sarıldığı beyaz örtü kırmızıya dönmüş olan aile dostumuzun cenazesiydi.

ama şimdi bu cenaze töreniyle anladım ki, ölümle başa çıkmak, varlığını kabullenmek, üstesinden gelmek beni çok yordu. babamı daha çok yordu tabiğ. düşünüyorum da hayat bana "yaprakdökümü" gibi de olabilirdi. acımasız türk dizileri gibi belirli ve kısa aralıklarla herkesi kaybedebilirdim. garip olurdu. acaba başa çıkabilir miydim diye düşünüyorum. en azından intihar edebilmek için bi sebebim olurdu.

şimdi çantamı hazırlayıp, bi telefon gelmesini bekleyeceğim. ne zaman gelir bilmiyorum. çok garip. ölümü  bekliyorum.

yine de hayat devam ediyor. alman edebiyatına balıklama giriş yapmayı planlarken, fransızlar yine çekti beni kendilerine. ama tamam önce genç werther'in acıları, sonra  fransız edebiyatı.

eğer robert musil- niteliksiz adam ve marcel proust-kayıp zamanın izinde okumadan ölürsem yakarken onları da benimle yakıverin.

she said:
"shh please be quiet
i know you don't want to
but please deny it."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder